Son bir hafta on gündür magazin
dünyasında çok kirli bir "özel hayat" gündemi oluşturdular ve bu
gündem de maalesef sadece magazin olarak kalmayıp ana akım medyanın ve sosyal
medyanın da ortasına düşüverdi.
Gündemin ana kahramanları Yeşim
Salkım ve Gülben Ergen… Sabah programlarından birinde sunuculuk yapan Seren
Serengil de yandan katılıyor olaya. Bu
ünlü kadınlar birbirleri ile aslında odağında “para” olduğu çok açık bir
kavganın başrollerindeler. Çizmiş oldukları senaryonun kötü kadını Gülben
Ergen, baş mağdure ve halka “iyi ve dobra dürüst kadın” olarak gösterilmeye
çalışılan kişi Yeşim Salkım, onun yancısı da Seren Serengil. Gülben Ergen halen
iyi para kazanan, medyada sağlam yeri olan, çeşitli sosyal sorumluluk
projelerinde ismi geçen ve ayrıca yine halka “boşanmış olsa da iyi anne ve eş”
olarak lanse edilen bir kişi. Yeşim Salkım ve Seren Serengil ise çok çeşitli
nedenlerle artık eski ünlerini, sanat camiasındaki üretimlerini kaybetmiş
kişiler. Yeşim Salkım, olayın “en zarar göreni” olarak ekranlardan bas bas
bağırmakta kibir ve haset dolu, alabildiğince çirkef bir üslup kullanarak…
Haklı olduğu noktalarda bile bu kötü ve son derece itici üsluptan ötürü saçma
sapan durumlara düşerek…
Evet, başta da demiştim, olayı
iyi okuyanlar gayet açık şekilde görebilir ki bu insanlar paranın, lüksün,
tatlı hayatın kavgasını vermekteler ama nasıl? İster evlenerek, ister metres ya
da sevgili şeklinde, iktidarlı, zengin iş adamları ve medya patronlarını
basamak halinde kullanarak. Birbirine bilendikleri tüm hırsları bu basamak
erkeklerini kazanmak / kaybetmek üstünden geliyor. Ama hepsi ortaya kendilerini
“en haklı, en namuslu, en emekçi, en anne, en iyi, en en en..” şeklinde ego bin
beşyüz, kibir son haddinde, çirkeflik ise tam gaz olarak atmaktalar maalesef.
Halkı ve gazetecileri kendilerine taraftar diye toplamışlar, dövüşüyorlar
kıyasıya… Ekranlar birer arena, kendileri Roma gladyatörü, halk tribün
izleyicisi, gazeteciler amigo… Parayı, zengin adam(lar)ı ve malı götürmüş olan
hemcinslerini (Gülben Ergen) ortaya almış “Seni bitireceğiz!” diye kılıç, gürz,
ok, yumruk ellerinde ne varsa sallamaktalar özellikle “en kaybeden” Yeşim
Salkım…
Yeşim hanım kendini kaybetmişesine ve son
derece şişik bir ego ile bas bas bağırıyor “Bu kadııınn bu kadınn zamanında
benim kocamı ayarttıııı! Bu kadın senelerce evli erkeklerle düştü kalktıııı! Bu
kadıın evliyken başka adamlarla kocasını aldattııı! Bu kadıııın nasıl olur da
hala kariyerini sürdürür? Bu medyaaa ne kadar kirli medyaaa bu kadının trpili
neredeenn! Bu kadının yerinde başkaları olsa bitirirlerdiii! Beennn kimseleri
aldatmadıım! Benn kimselerin kocasıyla otel odalarında düşüp kalkmadııımm!
Beenn hep evlendiiim! Beenn beenn benn..” diye
15 – 20 yıl öncesinin en zengin,
iktidarlı medya patronunun eşi olması sayesinde koskoca bir müzik kanalının
idaresini ele geçirerek kendi şarkılarını günde saatlerce çaldırmak, sevdiği,
dost olduğu şarkıcılara kafasına göre ödül dağıttırmak ve tüm buna ek olarak
feci bir tepeden bakış, kibir, küçük dağları ben yarattım üslubu ile kontesler
gibi gezinmek “Medya bu kadını nasıl korur nasıl torpil geçer arkasında kim
var?” gibi sorulara tezat değil midir? Zengin bir iş adamının, bir medya
patronunun lüks hayat imkanlarından, resmi ilişki olan evlilik kurumu sayesinde
yararlanmak, evli iş adamlarının imkanlarından metres olarak yararlanmaktan
“öz” olarak daha mı masumdur? Evrensel etik kurallar yerine, toplumun çoğu iki
yüzlü ve kaypak olan bacak arası namus ahlakı üstünden kendini aklamaya
çalışmak işte bu son derece hazin ve çirkin tabloyu oluşturur. Etiği gözeten
insan, kendi dişi tırnağı ile iyi yerlere gelir, lüks hayat şartlarını kendi
emekleri ile sağlar ve eğer bir yerlerin yöneticisi olacaksa bunu bileğinin
gücü ile başarır, zengin kocanın karısı olma “forsunu” (!) kullanarak değil.
Bu kadar kolay kazanılmış bir
“güç” aynı hızla kaybedilir ki halkın gözünde dobra ve dürüst kadın imajını ona
buna bas bas bağırıp, had bildirmeye çalışan Yeşim Salkım bunu yaşamış, ama
yıllar önce yaşadığı bu kaybediş büyük ve acı bir hırs olarak günümüze kadar
taşınmıştır. Kendi kaybedişlerinin tamamını günah keçisi olarak seçtiği bir
insana yüklemeye çalışmaktadır.
Bu kişinin zengin kocası eğer ki
zamanında bat(ırıl)masaydı, şirketlerinin adı çeşitli yolsuzluklara karışmasaydı,
Gülben ve daha türlü türlü kadınlarla olan aldatmalarından dolayı
ayrılmasalardı şimdi kendisi musmutlu bir medya patroniçesi, baronesi, kontesi
olarak mücevherleri ve çeşitli lüks hayatı arasından hakla aynen o suçladığı
Gülben Ergen gülüşüyle sırıtarak bakacaktı ama bu tatlı hayat kısa sürdü
maalesef.
Magazin programı sunucularından
birisi yukarıdaki gerçeği “Medyadaki torpiller ve kayırmalardan şikayetçisin
ama sen de zamanında kocanın müzik kanalında kendi şarkılarını sürekli
döndürdün” dediğinde verdiği “Kocamın kanalıdır istediğim gibi döndürürüm!”
cevabına zaten yapılacak bir yorum yoktur. Son derece talihsiz bir açıklamadır.
Yine aynı sunucu kendisine sakin
olmasını ve düzgün üslupla konuşmasını rica ettiğinde “O program senin
yönetiminde değil, kanalının yönetiminde sen o kanaldan paranı alıyorsun”
cevabı ise bu kadının “Parayı kim veriyorsa boru da ondadır, ben parayı verenin
sözünü dinlerim” alt metinli düşüncesini ne kadar güzel yansıtmıştır
ekranlardan…
Evet para, tüm kavga para üstüne
ve de bu kavga esnasında gösterilmiş iki yüzlü, çarpık ahlak anlayışı… Gülben
Ergen, iddialara göre gençliğinden bu yana türlü türlü –zengin- evli erkekleri
“ayartıyor” onlara metres oluyor, imkanlarından yararlanıyor, kendisi evlenince
de kocasını aldatıyor bu sebeple “kötü kadın, kötü eş, kötü anne” oluyor ama ne
hikmetse bu kadının “ağına düşen” (!) zengin erkeklere Yeşim hanım ve onun
yancısı magazinciler, Seren Serengil vesair hiçbir şey demiyorlar varsa yoksa
“kocamı aldı, kocaları ayarttı”….
Hele bu magazin programı
sunucularından esas işi türkücülük olan biri var ki tam evlere şenlik… Sosyal medya
hesaplarından kadınlara zaman zaman yüz kızartıcı lafları saymaktan hiç
çekinmeyen, vaktiyle kendisi ünlü bir kadına sevgili olarak bir yerlere gelmiş
ve yine bir meslektaşı ile zamanında otel odalarında hayat kadını dövme olayına
adı karışmış ama gel gör ki ekranlardan Gülben Ergen’e ahlak, namus, dürüstlük
dersleri veriyor aynen Yeşim Salkım gibi bas bas bağırarak.
Bu kadın o adamlarla “düşüp
kalkarken” (!) adamların içkisine Nuri Alço gibi ilaç mı katıyordu, bu adamlar
bilinçsizce mi otel odalarında onunla buluşuyorlardı? Bu adamlar yıllarca
kadına hasret kalmış, düşkün ya da ergenlik çağında delikanlı mıydılar?
Bu adamlar Gülben hayatlarında olsa
da olmasa da o zengin imkanlardan dolayı kendi eşlerini ve sevgililerini
defalarca her türlü aldatan adamlar zaten. Aralarında “aile babası” olan,
evlenince “durulan”, ciddi ilişkide sadakati bilen o kadar az insan var ki…
“Para bende o halde eşimi evde oturturum kendim istediğimi yaparım”
mentalitesinde insanlardır bunlar.
Ah şu iki yüzlü namusçu ahlakın
gözü çıksın… Erkekler dokunulmazlık zırhındadır ama onlarla beraber olan
kadınlar her türlü taşlanır, recm edilir adeta. Recm edenlerin de çoğunluğunu
yine kadınlar oluşturur tıpkı Yeşim Salkım zihniyetindekiler gibi...
Ekranlardan ağzı köpüre köpüre
“Bu kadııınn bu haliyle iyi anne olamazzz bu kadının çocukları annelerinin ne
mal olduklarını öğrenmelileeer bu kadının kariyeri daha böyle devam edemeeezz
Bu kadııın namuslu rolü yapamaz!” diye bağıran Yeşim Salkım, kendi egosunun
kocamanlığından dolayı öncelikle iki küçük çocuğa nasıl kötülük yaptığının
farkında değil. Evet “kadın kadının kurdu” diyor kendileri ancak baş kurt
olduğundan acaba haberi var mı? Yok olmuş bir empati hissiyle, masum,
annelerinden bağımsız küçücük çocukların “Senin annen bir o..uydu, senin annen
kötü kadındı” söylemlerini duymaları için çabalaması nasıl bir Şeytani dürtünün
ürünüdür?
Kariyeri sırf evli erkekleri
ayarttı ve evliyken kocasını aldattı diye bitirilecekse, bu kadar iş adamı
defalarca karılarını hem Gülben Ergen hem de sayısız başka kadınla aldatırken
neden hala o maroken deri koltuklarında oturup “başarılı iş adamı” hayatlarını
sürdürürler? Erkek olmak buna engel mi teşkil ediyor? Mesela neden karısı Hülya
Avşar’ı defalarca aldatmış Kaya Çilingiroğlu “bitirilmiyor” ? Bir yanda
boşamadığı resmi nikahlı karısı, beri yanda sürüsüne bereket “onlar benim
malım” (!) diyen, “ortanca” (!) çiçekleri ile fink atan Ali Ağaoğlu hangi yüzle
büyük müteahhitliğine devam edebiliyor?
Bunları sorguluyor mu Yeşim
Salkım gibileri? Hayır!... Ondan sonra ekrandan “Beenn yıllardııırr işsiziiim
çaresiziiim!… İş adamı eşim de beni tehdit ettiiii zor ayrıldııımmm! Been
paragöz değiliiimmm! Ondan sonraki kocam şöyle parasızdııı böyle fakirdiii!
Been çok hastalandıımm ühüüü hüü!” diye salya sümük hırsından ağlayarak kendini
acımlık hale düşürmesi ibretliktir. Sırf kendi kişisel para ve lüks
hırslarından dolayı kaybettiğinde, nasıl da kendini aklayıp paklayıp acındırıp
her pisliği başkasına atıp, kötü bir karakteri iyi gösterme çabasıdır. Halk mı?
Halk da bu numaraları yer çoğu yer ve hak verir çünkü kafasında şablonlar
vardır, gözünde at gözlükleri taşır, etik ahlak değil iki yüzlü namusçu
ahlaktır rehberi…
Taciz – tecavüz, işkence, cana
kast, hayvan ve çocuk istismarı, ensest haricinde aldatma aldatılma
sadakatsizlik olaylarının hesapları yalnız ve yalnızca o olayın içinde
bulunanlar tarafından görülmeli, evlilik bağı var ise mahkemelerde mağdurlar
gerekli tazminatları gerekli kişilerden almalıdırlar. Ne ünlüsü ne ünsüzü böyle
meseleler üçüncü, dördüncü beşinci şahısların ve halkın önüne getirilmez,
ağızlara sakız, ortamlara meze yapılmaz yapılmamalıdır. Ama aynı iki yüzlü
namusçu ahlak anlayışı “özelde” kalması ve hesap verilmesi gereken konuları da
mercek altına almaya bayılır. Ünlü ya da ünsüz olsun medya bu konuları işlemeye
ve bunlardan reyting kazanmaya bayılır. Kanallardan “kanalizasyon suları”
akmaktadır ve toplum bunları büyük iştahla lıkır lıkır içer.
Evet, kaç gündür ekranlarda
çizilen Gülben Ergen portresi, eski Türk filmlerinde Suzan Avcı’nın
canlandırdığı “Bekar kadın ise gözüne kestirdiği her evli –zengin- erkeği
ayartır, imkanlarını kullanır. Evliyse –zenginle- kocasını da çeşitli gönül
eğlenceleri için ayarttığı başka erkeklerle aldatır” tarzında tanımlanabilecek
bir şekil halinde sunuldu halka.
Suzan Avcı canlandırdığı rollerde
soyadı gibi “avcı”… Peki “tek” avcı mı? Onu suçlayanlar paranın, lüksün, ünün
avcısı değiller mi?